22 Eylül 2016 Perşembe

I.Pön Savaşı, Bölüm II

 Messena'da başlayan I.Pön Savaşı çok kısa bir sürede iki süper güç arasında büyük bir çatışmaya dönüştü. Siraküza ve Kartaca bir tarafta Roma'yı adadan atmaya uğraşıyordu; Roma ise adanın tamamının kontrolünü ele geçirmek istiyordu. Savaşın bu aşamasında, ilk hamle Roma'dan geldi, Sicilya'ya konsüller tarafından yçnetilen iki büyük ordu gönderdiler.

 Roma ilk başlarda, Sicilya'da çok büyük başarılar elde etti. Çoğu Kartaca'ya bağlı şehir onların kontrolüne geçti. Ayrıca Konsül Valerius, Heiro'ya karşı büyük bir güçle ilerledi. Kral Heiro bu güçten korkarak hiçbir çatışmaya girişmeden diplomatik konuşmalara girişti. Siraküza savaşa Roma'nın Messana üzerine kontrolünü kabul etmeyi ve onlara 15 yıl boyunca vergi ödemeyi kabul etti. Bunun kaşılığında Siraküza "bağımsızlığını" koruyacaktı, tabi bu anlaşmadan sonra hangi taraf savaşı kazansa her türlü sözde bağımsız olacaktı. Romalıların bu başarısını gören Kartaca'ya bağlı bazı Yunan şehirleri gene Roma'nın tarafına geçti. Valerius bu başarısından dolayı senatodan "Messala" ünvanını aldı.

 Doğu Sicilya'yı kontrolü altına alan Roma, şimdi de adanın batısına Kartaca'nın topraklarına doğru ilerledi. O yıl yeni seçilen konsüller, Sicilya'nın önemli bir şehri olan Agrigentum önünde, bir Kartaca ordusuyla karşılaştılar ve bu orduyu bozguna uğrattılar. Sonra da Agrigentum'u kuşatma altına aldılar. Yedi aylık bir kuşatmadan sonra Agrigentum Roma'nın ellerine geçti. Romalılar şehri yağmaladılar ve halkı köle yapıp sattılar. Agrigentum'da zorbalıklarını bitirince, bu sefer Kartacayla müttefik Yunan şehirlerine döndüler ve onlara da aynı zorbalıkları yaptılar. Bu zalim davranışlar Sicilya'da Roma'ya karşı büyük bir nefret beslenmesine sebep oldu. Uzun vadede bu onlara daha çok zarar verecekti.


 Kartaca karada çok büyük kayıplar vermişti ama denizler hala onun elindeydi. Kartaca filosu kısa bir sürede Sicilya'nın kıyı şehirlerinin çoğunu geri aldı ve İtalyan kıyılarını acımasızca yağmaladı. Kartaca denizler üzerinde tartışmasız galipti ve bu sebeple Roma Sicilya'daki garnizonlarına destek kuvvet bile gönderemiyordu. Roma'nın da bir filosu vardı ama hem sayı açısından hem de cüsse açısından Kartaca filosundan oldukça gerideydi. Artık yalnızca iki seçenekleri vardı: ya teslim olacaklardı, ya da denizde Kartaca'ya eşdeğer bir güç olacaklardı. Antik tarihçilere göre, bir Kartaca gemisi Roma kıyılarında bulununca bu fırsat Roma'nın eline geçti ve Senato bu geminin ardından tasarlanmış yüz tane yapılması emrini verdi. Gemiler altmış günde hazırlardı ve Roma'da denizler için hazır olduğunu düşünüyordu.

 Fakat Roma'nın umutları ilk çatışmalarla kırıldı. Kartaca'nın gemilerini taklit etmiş olsalarda onların denizcilerinin tecrübesini ve Amirallerinin stratejilerini taklit edemezlerdi. Roma kısa sürede Kartaca'yı: düşman gemisine çarpmak, batırmak, manevralarla üstünlük sağlamak gibi klasik methodlarla yenemeyeceğini anladı. Bu yüzden de, "corvus" denen bir eklenti icat ettiler. Corvus, iki gemi arasında kolayca bir köprü oluşturuyordu ve gerisi askerlerin dövüşme kabiliyetine kalıyordu. Corvus ile Romalılar gemiler arasındaki çatışmaları denizler sütünde bir kara savaşına çevirmişlerdi. Roma bu şekilde denizdaki dezavantajını, muharebeyi kendisinin iyi olduğu kara savaşına çekerek avantajlı konuma yükseldi.

the corvus ile ilgili görsel sonucu  the corvus ile ilgili görsel sonucu

 Roma bu yeni icadını kullanarak Kartaca'yla ilk olarak Mylae yakınlarında M.Ö. 260 yılında karşılaştı. Roma filosunun yaklaştığı sırada Kartacalılar Siciya kıyılarında yağma yapıyorlardı. Mylae'da 143 gemiyle Roma filosu, 130 gemiden oluşan Kartaca filosunu bozguna uğrattı ve 31 gemi ele giçirip 14 tanesini batırdı. Bununla birlikte denizler artık sadece Kartaca'nın kontrolünde değildi, artık Roma'da denzilerde güç tutuyordu.

 Bir sonraki bölümde Roma'nın yeni icadını ve filosunu kullanarak deniz aşırı bölgeleri işgal etme çabalarını ve Kartaca'nın kalbi Afrika'ya saldırısını anlatacağım.

Kaynakça: http://www.unrv.com/

Eğer Kartaca ve Roma arasındaki II. Pön Savaşı ve Cannae Muharebesi'ni merak ediyorsanız, youtube kanalımdaki video'ya bir göz atabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=9FzZOzEsJdE

18 Eylül 2016 Pazar

I.Pön Savaşı, Bölüm I

  Kartaca ve Roma daima birbirlerinin en büyük düşmanı olarak görülmüşledir. Bu görüş de boşuna değildir, antik çağın bu iki süper gücü yıllar boyu, akdenize hükmetmek amacıyla birbirleriyle savaşmışlardır. Roma ve Kartaca arasında Pön Savaşları olarak bilinen, üç büyük savaş yapılmıştır. Bugün, ben bu üç savaştan ilkini, Birinci Pön Savaşı'nı, kısaca özetleyeceğim.

 MÖ 3.yüzyılın ortalarına doğru Roma, İtalya'daki rakipleri Etrüskleri, Latinleri ve Samnitleri yenilgiye uğratmıştı ve İtalya'nın hakimi olarak hüküm sürüyordu. Artık sadece kendi çevresinde güçlü bir devlet değildi; Kartaca, Makedonya ve Selökidler gibi bir süper güçtü. Bu yeni süper güç diğerleriyle rekabete girerek kendi gücünü daha da artırmak istiyordu ve M.Ö. 265 yılında bu fırsat Roma'nın eline geçti. Fakat bu fırsatın ne olduğunu söylemeden önce Sicilya adasının o günkü durumunu bilmek gerekir.


 M.Ö. 265 yılında Sicilya üç farklı güç tarafından kontrol ediliyordu. Adanın batısını ve Agrigentum, Panormus ve Lilybaeum gibi önemli şehirleri kontrol ediyordu. Adanın güney-doğusunda ise Siraküza Kralı hüküm sürüyordu. Kral, siraküza şehrini ve onun etrafındaki diğer daha küçük şehirleri kontrolü altında tutuyordu. Adanın kuzey-doğusunda ise, kendilerine Mamertineler(Mars'ın oğulları) diyen, Campanialı bir grup paralı asker kontrol ediyordu. Mamertineler adanın kuzey-doğusunu ve Messena şehrini Sirküza'dan almışlardı.

 M.Ö. 285 yılında Siraküza Kralı için bir iş yapan Mamertineler, Campania'ya dönerken; akıllarına savunmasız Messena şehrini ele geçirmek geldi. Mamertineler şehri başrılı bir şekilde ele geçirdiler ve içinde yaşayanların çoğunu kılıçtan geçirdiler. Daha sonra burayı yıllar boyu Siraküza'ya karşı yağmalarının merkezi olarak kullandılar. 265 yılında dönemin kralı Heiro, vahşilere kaybedilen Messena şehrini geri almak için ordusunu topladı ve Messena'yı kuşatma altında aldı. Mamertineler başta çok endişe duymadılar ama Heiro'nun kuşatmasının ne kadar iyi gittiğinin farkına varınca yardıma ihtiyaç duyduklarının farkına vardılar. Siraküza'ya karşı iki seçenekleri vardı: İlki Kartaca ile bir anlaşma yapmaktı, diğeri de Roma'yla anlaşmaktı. Mamertineler ikisine de müttefiklik mesajı gönderdiler, öyle umutsuzlardıki en erken gelene kapılarını açmayı planlıyorlardı.

 Roma bu yardım isteğini aldığı zaman öncelikle tereddüt etti. Çünkü Roma'nın Siraküza ile iyi ilişkileri vardı, onların müttefikliğini kaybetmek istemediler. Öbür yandan Kartaca'nın böyle bir anlaşmadan çok fazla kazançları olabilirdi. Roma, Kartaca'nın tüm Sicilya'yı hakimiyeti altına almasından korkarak, yardım isteğini kabul etti. Fakat Roma'nın gönderdiği destek kuvvetler
(büyük ordulara henüz para harcanmak istenmiyordu) oraya vardıkları zaman Kartacalılar çoktan Messena'ya gimişlerdi ve Maritinelere yardım ediyorlardı. Romalı destek kuvvetlerinin lideri Cladius, Kartaca kuvvetlerinin lideriyle bir görüşme talep etti. Kartacalı Hanno bu teklifi kabul etti ve görüşme başlar başlamaz Cladius tarafından esir alındı. Cladius, Hanno'ya bir seçim sundu: ya askerlerini alıp Messena'yı terk edecekti ya da ölecekti. Hanno askerleriyle kaçmayı seçti ve Messena, Roma'nın kontrolü altına girdi.


 Fakat Kartacalılar yenilgiyi bu kadar kolay kabul etmediler. Mamertineler'den artık yarar gelmeyeceğini anlayan Kartaca, bir müttefiklik için Siraküza'ya döndü. Kral Heiro, Messena'yı hala geri kazanmak istiyordu, bu yüzden Kartaca'yla anlaşmayı kabul etti. Bir Kartaca ordusu ve Siraküza filosundan oluşan bir güç toplandı ve Messena kuşatma altına alındı. Heiro maalesef bu kuşatmada önceki gibi başarılı olamadı. Cladius hem Kartaca ordusunu hem de Siraküza filosunu geri püskürttü. Messena'da başlayan bu savaş, çok geçmeden uzun yıllar süren ve iki tarafında bir türlü kesin bir üstünlük elde edemediği bir çatışmaya dönecektir.

 I.Pön Savaşı, Roma'nın kendisi gibi bir süper güçle ilk çatışmasıydı ve Roma, ilerleyen bölümlerde göreceğiniz gibi, bu çatışmadan pek çok ders almıştır.


 first punic war ile ilgili görsel sonucu

Kaynakça: http://www.unrv.com/

Eğer Kartaca ve Roma arasındaki II. Pön Savaşı ve Cannae Muharebesi'ni merak ediyorsanız, youtube kanalımdaki video'ya bir göz atabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=9FzZOzEsJdE

4 Eylül 2016 Pazar

Rig’in Şarkısı’na Göre İskandinavya’da Sosyal Sınıflar

 Günümüze kadar, yarım yamalak da olsa, ayakta kalmış Viking mitlerinden biri “Rig’in Şarkısı”dır. Rig’in Şarkısı, bize İskandinav halklarının sosyal yapısındaki sınıf ayrımları ile ilgili değerli bilgiler verir. Ayrıca, mitolojik bir açıdan bakılırsa tanrı Heimdall’ın, nasıl “İnsanların Babası” ünvanını aldığını da anlatır. Nolursa olsun, incelenmeye değer bir mit olduğunu düşünüyorum. Ben bu yazıda mitin kendi-sini çok ayrıntılı anlatmadan, daha çok bize İskandinav halkının sosyal yapısı hakkında bize neler öğretebileceğine bakacağım.
 Rig’in şarkısı kendine tekrarlayan bir hikâyedir: Heimdall bir eve girer, orada 3 gün boyunca konaklar ve evin hanımını hamile bırakır. Heimdall’ın çocuğunun ileride on erkek ve on kız çocuğu olur. Bu boy-lardan da İskandinav halkındaki üç en önemli sınıf doğar. Kaba saba, çirkin ama oldukça güçlü, ağır ve pis işlerle uğraşan thrall boyu; sağlam yapılı, çiftçilik, tüccarlık ve zanaatkârlık gibi işlerle uğraşan köy-lü sınıfı; yakışıklı/güzel ve güçlü, kalkan, mızrak, kılıç kullanmayı bilen savaşçı/asil sınıfı. Bence bu mitte belirtilen sosyal sınıfların özelliklerini anlatmanın en iyi yolu mitin kendisini özetlemektir. Ama bu özet çok basit olacaktır ve orijinal yazımın şiirsel güzelliğini taşımayacaktır. Miti daha uzun ve şiirsel tarzda okumak isterseniz başka bir kaynağa bakmanızı tavsiye ederim.

 Heimdall yolculuğunda ilk olarak derme çatma bir kulübeye uğrar. Bu kulübe en ufak bir sarsıntıda yıkılacağa benzer. Heimdall, kendini Rig diye tanıtır ve ev sahipleri Ai ve Edda’dan izin alarak içeri girer. Önce ateş başında oturarak yemeğin pişmesini beklerler yemek pişince Edda bayatlamış bir ekmek parçasını masaya koyar ve ellerindeki az yemeği paylaşırlar. Heimdall yemekten pek mutlu olmaz ama gene de orada üç gün kalır.
 Dokuz ay sonra Edda bir erkek çocuğu doğurur ve adını Thrall koyar. Thrall çirkin ve kaba saba bir adamdır ama aynı zamanda çok güçlüdür. Her gün ormandan yakacak odun toplar ve hepsini eve taşır. Thrall’ın evine Thir diye bir kadın gelir, Thir’de Thrall gibi çirkin, kaba saba ve güçlüdür. Thri ve Thrall evlenirler ve on erkek on, kız çocukları olur. Oğulları sırayla domuzlarla ilgilenir, keçilere çoban-lık yaparlar. Ayrıca bu on oğul kulübeyi tamir eder ve daha sağlam temeller üzerine oturturlar.

 Heimdall daha sonra Afi ve Amma’nın evine uğrar. Burada da gene aynı şekilde üç gün konaklar, ama bu sefer yemek daha güzeldir. Artık sofrada tam bir ekmek, yağ ve bira vardır ayrıca ana yemekte daha büyüktür. Heimdall eve girdiğinde Afi, bıçağıyla bir dokuma tezgâhı şekillendiriyordu. Sakalı ve kıyafetleri oldukça iyi bakımlıydı. Amma ise bir öreke kullanarak yün eğiriyordu. Onunda saçı güzelce toplanmıştı ve kıyafetleri bakımlıydı.
 Dokuz ay sonra Amma bir erkek çocuk doğurur ve adını Karl koyar. Karl güçlü yapılı ve hızlı büyüyen bir çocuktu. Çok geçmeden nasıl öküzleri güdeceğini ve onları nasıl saban sürmekte kullanacağını öğrendi. Karl ayrıca nasıl bir kulübe inşa edeceğini öğrendi.
 Karl genç bir adam iken ailesi ona bir gelin bulurlar, yakınlarda yaşayan bir özgür adamın kızı. Bu kızı ailesi kadar, Karl da seviyordu. Evlenecekleri günde kız tarafı gelini bir yük arabasıyla Karl’ın tarlasına getirdiler. Kızın adı Snor’du ve o tarlada Snor ile Karl her şeyi istedikleri gibi ayarladılar. Orası onların evi oldu. Sonradan Snor ve Karl’ın on erkek, on kız çocukları olur. Bu çocukların hepsi ticaret, çiftçilik ve zanaatkârlık gibi işlerle uğraştılar.

 Heimdall daha sonra Fathir ve Mothir’in evine uğrar. Burada gene üç gün konaklar, ama bu sefer her şey çok daha güzeldir. Yemek vakti sofra sonuna kadar döşenir ve bir ziyafet çekilir. Heimdall içeri girdiğinde Fathir bir yay yapmakla ve oklarını keskinleştirmekle meşguldür. Mothir ise kendisine bakıp, nasıl göründüğünü düşünmektedir. Çok güzel bir kadındır.
 Dokuz ay sonra Mothir bir erkek çocuk doğurur ve adını Jarl koyar. Jarl yakışıklı ve yeni şeyler öğrenmekte hızlıdır. Bir mızrakla ve kılıçla nasıl dövüşeceğini, nasıl bir kalkan kullanacağını öğrenir. Ayrıca babasından nasıl bir yayı şekillendireceğini ve ipini öreceğini öğrenir.
 Jarl genç bir adamken, Heimdall ona gelir ve kendini Jarl diye tanıtır. Sonra Jarl’a derki: “Ben senin babanım ve eğer ben Kral Rig isem sende Kral Rig olmalısın. Şimdi git ve doğuştan hakkın olanı kazan.” Jarl bunun üzerine evinden ayrılır ve uygun bir yerlerde kendisine bir kale inşa eder. Sonra etrafına sadık savaşçılar toplar ve savaşır ve savaşır. En sonunda Jarl çok güçlü bir kral olur, savaşçılarına cömerttir ve onlara altından yapılma kolluklar ve yüzükler hediye eder.
 Daha sonra Jarl, Hersir adında bir kabile reisine, kızın istemek için elçiler gönderir. Hersir ve kızı Erna bu haber karşısında çok sevinirler ve Erna hazırlanıp Jarl’ın kalesine gider. Erna güzel ve zekidir; Jarl ile çok mutlu bir şekilde yaşarlar. Sonradan on erkek ve on kız çocukları olur. Bu çocuklarda babaları gibi savaşçılar olur, fetihler yaparlar ve anneleri gibi zeki, güzel kadınlar olup güçlü ailelerin oğullarıyla evlenirler.

 Mit bundan sonra biraz daha devam ediyor ancak ondan sonra yarı da kalıyor. Snorri Sturluson’ın yazdığı kitaptaki son sayfalar bu miti konu alır ve maalesef gerisi kayıptır. Ancak Kevin Crossley Holland’ın yazdığına göre mit devam etseydi Jarl’ın soyunu o dönemki Danimarka Krallarına bağlayacağını tahmin ediyor. Bu tahminini de mitte daha sonra “Dan” ve “Danp” adlarının geçmesinden geliyor. Ona göre mit Viking mitolojisinin İskandinavya’da hala baskın olduğu dönemlerde, Danimarkalı bir şair tarafından yazılmış.


 Bu mit bize İskandinav toplumundaki üç büyük sosyal sınıfı anlatması açısından çok önemlidir. Bu sebeple bunu paylaşmak istedim. Ayrıca bu yazıyı bitirmeden mitlerde gözüme çarpan bir ayrıntıyı aktarmak isterim: Heimdall’ın tüm çocukları kendi sınıflarından kişilerle evlenir, bu özellikle sınıflar arası evliliğin yasak olduğunu belirtmez ama en azından çok nadiren gerçekleştiği bilgisini verir.

1 Eylül 2016 Perşembe

Ortaçağ Sandbox Oyun Projesi

 Ortaçağ dönemi beni daima büyülemiştir; hep, keşke o dönemlere gidip o muazzam şehirleri, kaleleri ve küçük köyleri, kasabaları görebilsem demişimdir. Bu sadece mimari açıdan söylenen bir şey de değildir; oraları kültürleri, dilleri ve kuralları ile de görme isterim elimde olsa. Bu yüzden benim de aklıma bir şey geldi, bir zaman makinesinin yapılması uzak bir hayal olsa bile oyun endüstrisi her geçen gün büyüyor ve kalite de artıyor. Madem gerçekten o dönemlere gidemem, belki bir oyun aracılığıyla bu isteğimi birazcık köreltebilirim. Tabii benim burada anlatacağım oyun çok hırslı bir proje ve günümüzün bilgisayarlarının bunu kaldırması beklemiyorum. Ayrıca benim istediğim tarz bir oyun için yapılması gereken araştırmanın alacağı zaman da oldukça fazla. Yakın zamanda bunun gerçekleşeceğini sanmasam bile bunu yazıyorum çünkü belki biri bunu görür ve ileri de bu fikri gerçekleştirir.

 Bu oyun öncelikle tamamen ortaçağ dünyasını gezmekle ilgili olacak, bu yüzden pvp denen bir şey bu oyunda olmayacak. Bunun sebebi de birkaç çok iyi dövüşen oyuncunun bir araya gelip herkesi habire öldüreceğini ve oyunu zehir edeceğini bilmemden kaynaklanıyor. Oyunda dövüşme sistemi olacak ama bu sadece bilgisayar tarafından yönetilen haydutlara karşı olacak.

 Ortaçağ’da bunca farklı ülkeleri, şehirleri ve köyleri nasıl gezeceğimize gelirsek, ben bunun için kervanları düşündüm. Bir oyuncu kervanı kuracak ve diğer oyuncular bu kervana katılabilecekler, bu şekilde aynı yere gitmek isteyen oyuncular birbirlerini bulup yola çıkacaklar. Bu hem oyuncuların diğerleriyle tanışıp sosyalleşmesini sağlayacak hem de nasıl her yeri gezebileceğimize tarihe uygun bir çözüm getirecek. Tabii her önüne gelen kervan kurmayacak, bir kervan kurabilmek için tüccar sınıfından olmanız gerekiyor. Tüccarlar oyuna belli bir miktarda para ve at arabaları ile başlayacaklar. Bu paraları ile istedikleri malları satın alacaklar ve bunları daha iyi fiyata başka bir yerde satmak için yola çıkacaklar. Yani ticaret de oyunun sisteminde büyük bir rol oynayacak. Oyunun içinde oyuncular tarafından etkilenen ve döndürülen büyük bir ekonomi olmasını da istiyorum.

 Ticaret bir yana, bir kervanın tek üyesi siz olamazsınız: yola çıkmadan önce başkalarına ihtiyacınız var. Mesela başka tüccarlar olabilir, bir ücret karşılığında sizin kervanınıza katılabilirler veya size satacakları mallardan bir pay sözü verebilirler. Peki, bir tüccar neden kendi kervanında bedava yolculuk etmektense, başkasınınkinde para vererek yolculuk etsin? Belki de bunun sebebi haydutların önceki kervanını yağmalayıp at arabasını çalmasındandır ya da önceki yolculuğunda yanlış hesap yapıp zarar etmiştir ve yeniden mal satın almak için atlarını satması gerekmiştir.

 Başka tüccarları illa da kervanınıza katmanız gerekmiyor, ama kesinlikle paralı askerlere ihtiyacınız olacaktır. Paralı, diğer tüccarlar gibi seyahat etmek için size para ödemezler, aksine siz onlara para ödersiniz. Eğer haydutlardan kargonuzu ve hayatınız korumak istiyorsanız paralı askerlere ihtiyacınız olacak. Paralı askerlerde diğer şehirlere gitmek için ve para kazanmak için kervanlara ihtiyaç duyar. İki tarafta bu alışverişten karlı çıkıyor kısacası.


 Size katılabilecek başka tür bir oyuncu ise seyyahlardır. Seyyahların oyundaki yeri etrafı gezip bu gördüklerini kaydetmektir. Bu yüzden oyunda seyyahlara özel olarak bir not defteri verilir. Bu not defterine her gün seyyahlar gördükleri kayda değer şeyleri yazarlar. Bu kervanlarında yaşanan bir olay, mimari bir yapıt veya gittikleri yerin kültürü ile ilgili olabilir. Ortaçağdaki seyyahlarla ilgili bilgim çok az olduğundan oyunun bu kısmını pek geliştirdiğimi söyleyemem. Fakat bu güncelerin tamamlandığı zaman steam workshop gibisinden bir yerde paylaşılabileceğini düşündüm. Bu şekilde insanlar kendi hikâyelerini ve gözlemlerini paylaşabilir ve dünyanın o bölgesine gitmek isteyenlere bir rehber gibi olabilirler.

 Şu anda size katılabilecek düşündüğüm son oyuncu sınıfı tercüman veya rehberdir. Bu sınıfın oyundaki amacını anlatmak için oyunda kullanılacak dili seçmenin zorluğundan bahsetmem gerekir. Oyunun bazı kısıtlamalardan dolayı yüzde yüz gerçekçi olamayacağını biliyorum. Mesela oyunda İngiltere ülkesinde ortaçağda konuşulan İngilizceyi kullanmak istesek işin içinden çıkılmaz. Çünkü: 1, oyunu oynayanların ancak çok çok küçük bir kısmı eski veya orta İngilizce bilecektir, bu her ne kadar oldukça tarihe uygun ve güzel bir ortam yaratsa da oyunu oynanmaz kılar. 2. tüm Avrupa-Ortadoğu civarının oyuna dâhil olmasını istediğimden o bölgelerde o zamanlarda kullanılan dillerin hepsine oyuna koymak bir hayli zor olur. Birde bunun üstüne o dönemlerde bir ülkede konuşulan dilin pek çok farklı şivesinin bulunduğunu eklersek bu iş imkânsıza yakınlaşır. Mesela, Eski İngilizceyi oyuna koymak istersek bunun üç farklı şivesini de katmak gerekir.

 Bunu söyledikten sonra bu soruna bulduğum çözüm de, her ülkede İngilizce veya Türkçe gibi tek bir dilin kullanılması değildir. Çünkü bu oyunun tüm havasını ve gerçekçiliğini bozar. Orijinal filmde aynı dili konuşmayan iki adamın ikisinin de dublajda Türkçe konuşmasına, ama gene de “Seni anlamıyorum” gibisinden şeyler söylemesine benzer bu. Bu sebeple en iyi çözümün Fransa’da günümüz Fransızcasının, Türkiye’de günümüz Türkçesinin konuşulması olduğuna karar verdim. Ve birden fazla kültürü toprakları altında barındıran imparatorluklarda da gene insanlar kendi kültürlerinin dillerini konuşacaklar.

 İşte rehberler de burada devreye girecekler, oyun içinde geçerli, en az iki dil bilen oyuncular rehber olabilecekler. Örnek olarak bir kervanın İngiltere’den Fransa’ya gideceğini düşünün. İngiliz kervanbaşı kendine hem Fransızca hem İngilizce bilen bir rehber bulmalı yoksa Fransa’da kimseyle konuşamaya-cağından ne mallarını satabilir ne de bir handa konaklayabilir. Rehberler bu sebeple kervanlarda olmazsa olmazlardır.

Bu sınıfların hepsini anlattıktan sonra belki de aklınıza “Ya herkes … sınıf olursa ve hiç … sınıf olmazsa?” gibi sorular gelebilir. Böyle bir olayı engellemek için ben bir otomatik denge sistemi düşündüm. Mesela bir oyunu oynayan toplam aktif oyuncu sayısına göre hesaplanan bir tüccar üst limiti. Örnek olarak eğer bir serverda 300 kişi varsa en fazla 40 tüccar olabilir gibi. Ve oyundaki kervan kurabilen tüccar sayısına göre de diğer sınıfların üst limitleri belirlenecek. Mesela kervan kurabilen tüccar başına 4 paralı asker, 1 rehber, 2 seyyah gibi. Ayrıca bu verdiğim üst limit örnekleri projenin son halinde geçerli olmayacak, sadece otomatik denge sistemini anlatmak içinler.

 Şimdilik projede ancak bu kadar ilerleyebildim, daha ilerlediğimde ve aklıma yeni fikirler gelince bu proje ile ilgili yeni yazılar da gelecektir.