20 Ağustos 2016 Cumartesi

Niccolo Machiavelli'ye Göre Hükümdarlık

 Machiavelli'nin dediğine göre iki çeşit hükümdarlık vardır. Birincisi tek bir hükümdarın olduğu ve diğer herkesin onun kulu kölesi olduğu sistemdir.(Machiavelli burada Osmanlı'yı örnek vermiştir) Diğeri ise bir baş hükümdarın ve onun altında bir çok derebeyin olduğu sistemdir.(Burada ise Fransa örnek verilmiştir)

 Bu sistemlerden tek hükümdarın olduğu ülkeyi fethetmek zordur. Bunun sebebi içeriden hiç yardım alamaycak olmandır, tüm güç hükümdarın elindedir ve halk sadece tek hükümdarın hükmetme yetkisini tanırlar. Eğer olurda bir bölgenin yöneticisi sana destek vermeye kalkarsa, halk onu izlemez çünkü o yönetici halkın gözünde yalnızca hükümdarın atadığı bir memurdur. Bu yüzden bu tür ülkelere savaş açarken sadece ve sadece kendi gücüne güvenerek savaş açmalısın. Öbür elden bir kez savaşı kazandın ve toprağı ele geçirdin mi, oranın halkını kendine bağlamak ve ülkeyi elinde tutmak çok kolaydır. Çünkü halk tek hükümdar dışında başka kimseye kulluk etmez ve sen hükümdarı yendiğin zaman sana karşı koyabilecek güç kalmaz. Sana fethin sırasında yardım edemeyen yöneticiler, bu sefer de sana karşı koyamazlar. Sana da yapacak tek iş hükümdarın soyunu yok etmek kalır. Kısacası bu sistemle yönetilen ülkeleri fethetmesi zor fakat elinde tutması kolaydır.

 Diğer sistemde ise bu tam tersidir. Feodal bir sistemde hükümdardan hoşnut olmayan derebeyler daima olacaktır ve bu derebeyleri senin işgalini desteklemesi için ikna edebiilirsin. Birkaç derebeyin senin tarafına geçmesi işgali çok daha kolaylaştıracaktır. Diğer yandan ülkeyi ele geçirdin mi artık yalnızca hükümdarın soyunu halletmek yeterli olmaz. Çünkü baş hükümdarın altında birçok derebeyin yalnızca kendilerine itaat eden halkları vardır. Bu da bu önceki sistemin tersine bu derebeylerden korkman gerektiği anlamına gelir; çünkü en ufak bir hatanla birlikte senden hoşnut olmayan derebeyler isyan çıkaracaklardır ve seni ülkelerinden atmak isteyeceklerdir. Bu sebeple bu tür ülkeleri elinde tutmaya çalışan hükümdarlar çok daha dikkatli davranmalılardır. Bu durumda Machiavelli tek çözümün yeni halkın sana alışmasını beklemek olduğunu söylüyor. Halk eski düzeni unuttukça senin kontrolün altına girecektir.

 Bu yazı da Machiavelli'nin "Hükümdar" adlı kitabında anlattığı ve benim çok hoşuma giden bir bölümü kısaca aktarmaya çalıştım. Eğer bu yazıdan hoşlandıysanız, kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Machiavelli'nin yazımı çok sade ve anlaşılır, ayrıca anlattığı her şeyle ilgili tarihten güzel örnekler veriyor. Özellikle kendi yaşadığı İtalya bölgesinden örnekler veriyor. Eski dönemler de hükümdarlıkları ele geçirmenin, elinde tutmanın yöntemleri ilginizi çekiyorsa ondan daha iyi bir kaynak bulamazsınız.





























Kaynakça: Niccolo Machiavelli'nin "Hükümdar" kitabı

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Viking Mitolojisinde Tanrıçalar

 Viking Tanrıçaları hakkında bilgimiz Tanrılar hakkındaki bilgimize göre çok daha azdır. Ama bunun sebebi Tanrılara mitlerde daha büyük ağırlık verilmesinden değildir; çünkü Snorli'nin yazdığına göre Tanrıçalar ve Tanrılar eşit tutulur. Bu sebeple bilgimizin kısıtlı olması büyük ihtimalle Tanrıçaları konu alan mitlerin pek çoğunun günümüze gelememiş olmasıdır. Bu sebeple çoğu Tanrıça'nın rolü ya hiç bilinmez ya da mitlerde çok silik bir rol oynadıkları görülür. Tüm bu silik Tanrıçalar'ın arasından bir tanesi, Freyja, hikayelerde çok önemli bir rol oynar.

 Freyja en önemlisi güzellik Tanrıçası rolünü oynar. Tüm Tanrıçalar arasında en çekici ve güzel olanı Freyja'dır. Hikayelerde cüceler ve devler güzelliğinden etkilenip onun peşinden koşmuşlardır. Freyja ayrıca en önemli doğurganlık Tanrıçasıdır. Bunların yanında aynı zamanda bir savaş Tanrıçasıdır. İki kedinin çektiği bir savaş arabasıyla muharebeye gider ve Odin ile ölü savaşçıları paylaşır; yarısı Valhalla'ya giderken yarısı Freyja'nın sarayına yani Sessrumnir'e giderdi. Savaş ile alakadar olmak aynı zamanda ölüm ile alakadar olmaktır ve bu yüzden, aynı Odin gibi, Freyja'nın ölüler dünyasına güçlü bağlantıları vardır. Oraya (bir kuş formunu alan) ruhunu gönderdiği ve geri dönünce gelecekle ilgili kehanetler anlattığı bilinir. Freyja son olarak büyü ve cadılık ile çok güçlü bağları olan biriydi ama mitlerin hiçbirinde şaman olarak görev yaptığından bahsedilmez.  

Savaş ve Güzellik Tanrıçası Freyja


 Freyja dışındaki Tanrıçalar'dan Gefion'un tarımla arasında büyük bir bağlantı vardı ve  Eir şifa tanrıçasıydı. Sjofn ve Lofn insanları birbirine aşık eder, Var ise evlilik yeminini duyar ve bozulmayacağından emin olurdu. Vor'dan hiçbir şey saklanamazdı ve her şeyi izleyen Syn hakkını savunanlar tarafından çağırılırdı. Snotra ise bilge, nazik ve disiplinli biri olarak bilinirdi.

 Odin'in eşi Frigg hakkında ise pek bir şey bilmiyoruz. Ama Odin'in eşi olmasından önemli bir Tanrıça olduğunu çıkarabiliriz. Ayrıca H. R. Ellis Davidson'un tahminine göre Freyja ve Frigg arasında güçlü bir bağlantı vardır. Eski mitolojilerin çoğunda üç Tanrıça kadınların üç büyük özelliğini yansıtırdı. Eş ve anne, çekicilik ve bakire güzel. H. R. Ellis Davidson'ın dediğine göre Frigg bu üç özelliğin eş ve anne tarafını gösterirken Freyja çekicilik olgusunu yansıtır. Üçüncü boş yeri ise bir zamanlar Avcı Skadi'nin doldurduğunu söyler.


Kaynakça: Kevin Crossley Holland'ın "The Norse Myths" kitabı
http://norse-mythology.org/






7 Ağustos 2016 Pazar

Viking Mitolojisinde Tanrılar

 Tanrılar ve Tanrıçalar, viking mitolojisinde kilit bir rol oynarlar. Günümüze kadar korunabilen mitlerin hepsi Tanrıları öyle ya da böyle içerir. Bunun sebebi de Tanrılar'ın vikinglerin o dönemdeki özelliklerini göstermesidir. Her Tanrı veya Tanrıça İskandinav halkının bir-iki özelliğini veya toplum hayatlarında var olan unsurları taşır. Bugün mitlerde en öne çıkan Tanrılardan bahsedeceğim.

 Odin, "Allfather" olarak bilinir bu lakap onun sadece çoğu tanrının babası olmasından değil aynı zamanda kardeşleriyle birlikte ilk erkek ve kadını yaratmasından gelir. Ayrıca onun tüm Tanrılar arasından en büyüğü olarak yerini vurgular: herhangi bir Tanrı ne kadar güçlü, ne kadar bilge, ne kadar zeki olursa olsun Odin'e ve sadece Odin'e hizmet eder. Odin (kardeşleriyle) gökyüzünü ve dünyaları yaratmıştır bu yüzden büyük veya küçük krallığının içindeki her şeyi o yönetir.

 Yukarıda her Tanrı'nın İskandinav halkının bir parçasını yansıttığından bahsetmiştim, Odin'de savaşı yansıtır. Hristiyanlık öncesi İskandinavya kabileler, komuşular ve kardeşler arası bir savaş alanıydı. Vikinglerinde hayatlarının bu büyük parçasını haklı çıkaracak ve yansıtacak bir tanrıya ihtiyaçları vardı. Bu sebepe Odin eski cermen savaş tanrılarının (Wodan ve Tivaz) özelliklerini almıştır. Odin acımasız ve küstah davranışlar sergiler. Kimin galip geleceğini ve kimin bozguna uğrayacağını belirler, Valhalla'ya gidecekleri seçer ve ağırlar.

 Odin asıl özelliği  olan bir savaş tanrısı olmanın yanında aynı zamanda şairlerin tanrısıdır. Bunun yanında bir şamandır; ruhunu uzak yerlere gönderebilir ve ölülerin bilgeliklerini kazanabilir.

 Odin'in sadece bir gözü vardır ve kolay kolay tanınmamak için geniş kenarlı bir şapka takar ve daima mavi bir pelerin giyer ve büyülü mızrağı Gungnir'i taşır. Omuzlarında Huginn(Düşünce) ve Muninn(Hafıza) adlarında iki kuzgun gezer. Herkesin saygı duyduğu ama çok az kişinin sevdiği bir tanrıdır.

Şairlerin ve Savaşın Tanrısı Odin


 Odin ve Dünya'nın çocuğu olan Thor tüm Tanrılar'ın arasında en sevileni ve düzeni temsil eden tanrıydı. Jotunheim'daki devlerle sürekli dövüşür ve Midgard'a taşarak insanları topraklarından etmelerini engellerdi. Odin devlere Jotunheim'ı, insanlara ise Midgard'ı vermişti. Thor'da devleri Jotunheim'ın içinde tutarak düzenin bozulmasını engelliyordu. Thor ayrıca tüm tanrıların arasında en güçlüsüydü, öyle güçlüydüki dev yılan Jormungand ile dövüşüp sağ kalmayı becermişti. 

 Odin asilleri, şairleri ve kralları temsil ederken Thor çiftçileri ve köylüleri temsil ederdi. Çiftçiler ve köylüler nüfusun büyük kısmını oluşturduğundan en çok Thor adına heykeller ve tapınaklar yapılmıştır.

 Thor'un görünüşü ve davranışları da temsil ettiği insanları çok iyi bir şekilde yansıtır. Koca cüsseli ve koca iştahlı, kızıl sakallı, çabuk sinirlenen ama bir o kadar çabuk sakinleşebilen ve güvenilir biriydi. Thor aynı zamanda bereket tanrılarında bulunan bazı özellikleri de taşırdı. Çekici Mjollnir yalnızca bir silah değildi, aynı zamanda rüzgarları ve yağmurları kontrol eden bu yollada bereket veya felaket getiren bir araçtı.

    
        Düzenin Temsilcisi Thor


 Thor bereket tanrılarının bazı özellikleri taşısa bile tüm tanrılar arasında en önemli bereket tanrısı Freyr'dir. Freyr "Bolluk Tanrısı" olarak bilinirdi. Snorri'nin dediğine göre Freyr güneşin ne zaman yükseleceğine ve yağmurun ne zaman yağacağına karar verirdi ve insanlar ona barış ve bolluk için dua ederdi. Freyr yalnızca toprağın bolluğu ile değil ama aynı zamanda nüfusun bolluğunu da belirlerdi. Freyr'in gemisi Skidbladnir ve yabani domuzu Gullinbursti antik bereket simgeleridir.

  Freyr'in babası Njord ise Vanir'in liderlerinden biriydi. Njord denizlerin dalgalarını ve rüzgarlarını yönetirdi. Denizcilere korur ve onları yolculukları boyunca güvenli tutardı. Sarayının adı Noatun yani Tersane idi.



Bolluk Tanrısı Freyr                                                                 Denizlerin Tanrısı Njord


 Viking mitolojisinde Odin oğlu Tyr veya Bifrost'un koruyucusu Heimdall gibi pek çok daha Tanrı vardır, bu Tanrıları da zaman buldukça anlatmaya çalışacağım. Ama diğer Tanrılara değinmeden önce bir sonraki yazımda Tanrıçalar'dan ve onların mitolojideki önemlerinden bahsedeceğim. 

Kaynakça: Kevin Crossley Holland'ın "The Norse Myths" kitabı
http://norse-mythology.org/

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Octavian'ın Güce Yükselişi 2

 Sezar’ın suikastı ve Antonius’un Roma’daki gücü eline alması sıralarında Octavian 19 yaşındaydı. Günümüz Arnavutluk sınırlarındaki Apollonia’da, Partiya’ya karşı yapılacak bir sonraki sefere katılmak için Sezarı bekliyordu. Fakat Sezar’ın yerine vasiyeti ve ölümünün haberi geldi. Arkadaşları ve ailesi kendi payına düşen mirası almamasını öğüt ettiler. Öldürülmüş diktatörler ve veliahtları genelde aynı kaderi paylaşırdı. Octavian ise mirası ve hanedan adı olan “Sezar”ı seve seve kabul etti. Bu andan itibaren kendini hep Sezar olarak tanıttı. Tarihçiler onu diğer Sezarla karıştırmamak için Octavian derler.

 Mirasını elde etmek için Roma’ya giderken Brundisium’da durdu ve Sezar’ın oradaki askerlerini kendi tarafına çekti. Bu şekilde Roma’ya yaklaştıkça askerlerden ve halktan daha fazla destek topladı. Roma’nın gayri resmi yöneticisi olan Antonius ilk başta onu göz ardı etti. Octavian Nisan’ın sonlarına doğru Roma’ya ulaştığında Antonius, mirası almasını engellemeye çalıştı. Fakat Octavian halkın desteğini toplamıştı. Savaş kaçınılmazdı.

 Octavian taraftar toplamakla meşgulken Antonius kendi gücünü arttırmaya çalışıyor ve Sezar’ın katilleriyle uğraşıyordu. Kilit pozisyondaki adamlarını kullanarak kendini Galya’dan Makedonya’ya kadar olan toprakların valisi yapmıştı. Senato Galya’nın şu anki valisi ve Kurtarıcıların lideri Decimus Brütüs’ü destekliyordu ama Antonius’u devirecek konumda değildiler. Yıl MÖ 44’te Brütüs’ün hüküm süresinin bitmesini beklemektense lejyonlarıyla birlikte Galya’ya gitti. Amacı askeri güçle kendi kontrolünü arttırmaktı.

 Bu sıralarda Octavian Roma’daki güçler tarafından dikkate alınmayacağını anladı. Sezar’ın Italya’nın güneyindeki askerleri ile görüşmeye gitti ve yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu topladı. Antonius daha da güçlenen bu yeni tehdidi ortadan kaldırmak için Roma’ya yola çıktı. Fakat yolda beş lejyonun ikisi Octavian’ın ordusuna katılmak için ayrıldılar. Çok daha güçsüz bir konumda olan Antonius Galya’ya geri döndü. Orada Brütüs’ü yenip ordusunu yeniden kurabileceğine inanıyordu. Senato Octavian’ı Antonius’u yenmekte kullanılacak bir araç olarak gördü. Ona ordusunu yönetmek için resmi yetki verdi.

 MÖ 43 ylının Nisan ayında Octavian ve onunla birlikte iki konsül Pansa ve Hirtius, Antonius’u yenmek için kuzeye yol aldılar. Bu üç adamın hepsi Antonius’u yenmek istiyordu, bunun dışında hiçbir ortak çıkarları yoktu. Üç general ordularını Antonius’un Brütüs’ü kuşatmasına yakın olan Mutina’da birleştirmek için yola çıktılar. Antonius kuşatmayı kardeşine bırakarak, ilk önce bu orduları halletmeye karar verdi. Antonius orduların henüz birleşmediğini fark etti. Ordulara teker teker saldırarak zaferini garantilemeyi hedefledi.

 Forum Gallorum Muharebesi olarak bilinen çatışmada Antonius Pansa’nın ordusuna saldırdı. Pansa’nın daha hiç savaş görmemiş dört lejyonu vardı. Antonius’un tecrübeli askerleri onları kolay bir şekilde yendiler. Antonius Pansa’nın ordusunun peşinden gitme emrini verdi ama bu büyük bir hataydı. Çünkü Hirtius muharebenin haberini almış ve Pansa’ya yardım etmek için hemen yola koyulmuştu. Hirtius’un dinç askerleri, Antonius’un savaştan yorgun düşen birliklerini bozguna uğrattı. Pansa’nın ordusu kurtarılmıştı, fakat kendisi ağır yaralar almıştı. Forum Gallorum Muharebesi iki taraf için de kesin bir zafer değildi. İki taraf da ağır kayıplar vermişti. Bu savaşı kazanan tarafı belirlemek için bir çatışmaya daha gerek vardı.


Octavian ve Hirtius’un orduları, planlandığı gibi, Mutina’da bir araya geldiler. Burada iki general, Forum Gallorum’dan altı gün sonra, Antonius’un kampına saldırdılar. Şiddet ve kanla geçen günlerden sonra Antonius’un orduları bozguna uğramış, kendisi ise Alplerin gerisine, Galya’nın güney kıyılarına, kaçmıştı. Hirtius taarruz sırasında hayatını kaybetmişti. Octavian ölü konsülün lejyonlarını çabucak kendi birliklerine kattı. Senato bu lejyonların Decimus Brütüs’e devredilmesini talep etti. Ancak Octavian askerlerinin Sezar’ın suikastçilerinden birine itaat etmeyecekleri gerekçesiyle bunu reddetti. Gün geçtikçe askerleri Brütüs’ü terk edip, Octavian’a katılıyordu. Bu muharebenin sona ermesiyle birlikte Octavian artık Roma’ya değil de, kendisine sadık olan sekiz lejyonluk bir ordunun generali oldu. Forum Gallorum ve Mutina Muharebeleri sayesinde Octavian, Antonius ile eşit konuma yükseldi ve Senato’nun aracı olmaktan çıktı.

 Antonius kaçtıktan sonra, Lepidus ile güçlerini birleştirdi. Senato ise Octavian hiçbir şekilde Antonius’u yenmemiş gibi tüm övgüyü Brütüs’e yaptı. Bunun üstüne Octavian’ın gazileri için yerleşilebilecek toprak isteği de göz ardı edildi. Yılın geri kalanı boyunca, Cicero ile kendisinin vekil konsül olarak görev yapması önerisi de dikkate alınmadı. Cicero Octavian’ı hafife alıyordu, onun hala kullanılacak biri olduğunu düşünüyordu. Kurtarıcılar ise duruma çok daha gerçekçi bakıyorlardı. Halk arasında Sezar’ınkine yakın bir popülerliği olan bu gençten korkuyorlardı.

 Antonius, Cicero’nun bu hatasını kullanmak amacıyla Octavian’ı teşvik etti. Cicero’nun onu ciddiye almadığını, kullanılıp kenara atılacak bir araç olduğuna dair mektuplar yazdı. Octavian zaten sinirliydi. Antonius’un teşviki, onun için, bardağı taşıracak son damla olmuştu. Octavian,  Brütüs ile müttefikleri ve Antonius ile Lepidus’u baş başa bırakarak, Roma’ya yola çıktı. Roma’ya ulaştığında senatorlerin ona karşı çıkacak güçleri yoktu. Maalesef yaptıkları hatayı çok geç anladılar.

 Senatörler Octavian’ın isteklerini yerine getirmeyi kabul ettiler. Çok geçmeden Afrika’dan Roma’yı savunmak için lejyonlar geldi. Bu lejyonlara güvenerek Octavian’a karşı çıktılar. Afrika lejyonları ise bir muharebe bile dövüşmeden Sezar’ın veliahtının tarafına geçtiler. Octavian bu ihanetin üzerine taleplerini ağırlaştırdı. Devlet hazinesine el koyarak askerlerine ödeme yaptı, kuzeni Pedius ile birlikte konsül olarak atandı. En sonunda Sezar’ın resmi veliahtı ilan edildi ve mirasın kendi payını ele geçirdi. Gazilerine verimli toprakların verilmesini sağladı. Ama hepsinden önemlisi Sezar’ın suikastçileri ile ilgili alınan kararları kökten değiştirdi. Bir gün içerisinde yakalayabildiği tüm suikastçileri tutukladı ve idam etti. Bu şekilde Octavian sadece askeri güç kullanarak Cumhuriyet’in çökmesine zemin hazırlamış oldu.

 Octavian Roma’da işini bitirdikten sonra Antonius ile arasındaki anlaşmazlığı çözmek için Galya’ya geri döndü. Antonius ve Lepidus’un birleşmiş kuvvetleri ile direk yüzleşmeyi riske atmak istemiyordu. Sezar’ın stratejik dehasına sahip olsaydı, onlarla yüzleşirdi ama o kendi sınırlarının farkındaydı. Bu yüzden en mantıklı hareketin, Antonius ve Lepidus ile bir anlaşma yapmak olduğu kararına vardı. Decimus Brütüs, Octavian’ın Galya’ya geldiği haberini aldığı zaman, üç düşman arasında sıkışacağını anladı. Diğer Kurtarıcıların yönettiği doğu bölgelere kaçmaya çalıştı. Ama şansı yaver gitmedi; yolda Antonius’a sadık Galyalı bir şef tarafından öldürüldü.

 Octavian ordusunu Kuzey’e götürdü ve orada; Bononia yakınlarında Antonius ve Lepidus ile barış konuşmaya başladı. Roma’nın en güçlü üç adamı, günler boyu antlaşmayı en ince detaylarına kadar tartıştılar. En sonunda İkinci Triumvirlik hepsi tarafından kabul edildi. Bu antlaşmada onlardan önce Sezar ve müttefiklerinin yaptığı gibi, Roma’nın Batı kısımlarını kendi aralarında üçe böldüler. İtalya üçü tarafından ortak yönetilmek şartıyla; Antonius Galyayı, Lepidus İspanyayı, Octavian ise grubun en kıdemsizi olarak Afrika, Sardinya ve Sicilya’yı aldı. Bu bölgeler önemsiz değildi, fakat Sezar’ın düşmanı olan Büyük Pompei’nin oğlu Sextus Pompei, güçlü filosu sayesinde adalar üzerine hâkimiyet kurmuştu. Bu da işleri onun için zorlaştırıyordu.

 Üç adam, İkinci Triumvirlik antlaşmasının şartlarında kesin olarak anlaştıkları zaman bunu resmi olarak yazdırdılar. Cumhuriyet artık resmi olarak yok olmuş sayılırdı. Bu antlaşma bir diktatörlük koalisyonu ile aynı şeydi. Çünkü bu anlaşma onlara, senato veya kurallar tarafından sınırlandırılmadan istediklerini yapma gücünü veriyordu. Bu antlaşmadan sonra Triumvirler, hem ekonomik hem de politik güçlerini arttırmak için suikastlara ve sürgünlere başladılar. 130 ila 300 arası senatör sürgün edildi ve toprakları devlet malı yapıldı. 2000’den fazla Equite’nin (Düşük rütbeli Roma asilleri) toprağına el konuldu. Bu asillerin arasında Triumvirlerin aileleri de vardı; Lepidus’un kardeşi, Antonius’un kuzeni ve Octavian’ın uzak akrabası Lucius Sezar’da bu listedeydi.

 Belki de tüm bu zalimliklerin arasında en önemlisi Cicero’nun öldürülmesiydi. Antonius kendini pek çok kez aşağılayan ve yoluna çıkan bu adamdan intikam almak istiyordu. Octavian, onun, amaçlarının önünde duran bir engel olduğunu biliyordu. Lepidus’un ise pek umurunda değildi. Cicero Antonius’un adamları tarafından öldürüldü ve kellesi kesilip bir hediye olarak ona gönderildi. Vücudu parçalara ayrılarak Roma Forumu’nda sergilendi. Ve söylentilere göre Antonius’un karısı, Fulvia, kocasını aşağılayan bu adamın kesilmiş kafasını eline aldı. Sonra da canı sıkılana kadar Cicero’nun dilini bir iğne sapladı. Roma’nın gördüğü en parlak düşünürlerden biri işte bu şekilde hayatını yitirdi.

 Bu vahşi sürgünler ve suikastlar Triumvirlerin umduğu kadar ekonomik güç sağlamadı. Gene de, Doğu’daki Kurtarıcıları bozguna uğratmaya yetecek kadar altın, devlet hazinesine girmişti. Brütüs ve Cassius, Sezar’ın ölümünden beri Roma’nın Doğu topraklarını yağmalıyor ve ganimetleri, sadakatlerini kazanmak için, askerlere veriyorlardı. Octavian ve Antonius’un orduları Dyrrhachium’un(Günümüz Arnavutluk toprakları) yakınlarında bir araya geldiler ve orada Sezar’ın suikastçılarını yenmek için planlar kurmaya başladılar.

 Bir sonraki yazıda Kurtarıcılar ve Triumvirler arasında gerçekleşen ve Roma Cumhuriyeti'nin kaderini belirleyen Filippi Muharebesi'ni anlatacağım.


İkinci Triumvirlik anlaşmasına göre toprak paylaşımı 
(Mor Octavian, Yeşil: Antonius, Kahverengi: Lepidus, Kırmızı: Kurtarıcılar, Mavi: Sextus Pompei)

Kaynakça: http://www.unrv.com/empire/roman-history.php 
http://www.forumromanum.org/history/index.html
Susan Wise Bauer'in "Antik Dünya" kitabı


3 Ağustos 2016 Çarşamba

Octavian’ın Güce Yükselişi

 Roma, Milattan Önce 15 yılında Sezar’ın cansız vücudu senatonun zemininde sayısız bıçak yarası ve kanlar içinde duruyordu. Ellerinde kanlı bıçaklarla gururlu bir şekilde duran senatörler, Sezar’ın canını alarak korumaya çalıştıkları Cumhuriyet’e son verdiklerinin farkında değillerdi. Bu Octavian’ın güce yükselişinin ve Roma’yı tam anlamıyla bir İmparatorluk haline getirişinin hikayesi.

 Octavian’ın hikayesini anlayabilmek için, Roma’nın o dönemdeki durumunu bilmek gerekir. Roma o dönemlerde diktatörünü kaybetmiş bir Cumhuriyetti. Bu diktatör Sezardı. Yıllar önce Roma Cumhuriyeti’ni askeri güçle kendi hakimiyeti altına alan ve senatonun tüm gücünü çalan bir diktatör. Ama, aynı zamanda Cumhuriyet’in tüm sakinlerini ayrım yapmadan eşit hale getirmeye çalışan ve artık işlemeyen bir sistemi değiştirerek Roma’yı kurtarmaya çabalayan bir diktatördü, Sezar.

 Elindeki politik güç çalınan, ve malları Sezar tarafından fakir halka dağıtılan Senatorler, doğal olarak Sezar’dan nefret ediyorlardı. Bu adam senatorlerin gücünü çalmakla kalmayıp, Senato’yu kendi takipçileriyle doldurmuştu. Artık asiller ve Sezar’ın halktan adamları Senato’da yan yana oturuyordu. Yüzyıllardır monarşi, oligarşi ve demokrasinin bir arada işlediği ve hiçkimsenin tüm gücü ele geçirmemesi için tasarlanmış Cumhuriyet Sezar’ın elinin altındaydı. Sezar’ın elinde tuttuğu güç asiller için tehlikeli ve aşağılayıcı, halk için bereketliydi. Belki de halk bu diktatörlükten Sezar’dan bile daha fazla fayda görmüştü. Bu şekilde Sezar’ın halk tarafından sevildiği ve asiller tarafından nefret edildiği bir çıkmaza varıldı. Bazı senatörler bu çıkmazdan kurtulacak bir yol aradılar ve bu yolu Sezar’ın suikastında buldular.

 Sezar’ı ölü görmek isteyen senatorler kendilerine “Kurtarıcılar” dediler. Bu şekilde güç açlıklarını Cumhuriyet’i kurtarmak gibi onurlu bir amaç altına gizlediler. Milattan Önce 15 Mart 44 tarihinde bir grup senator Sezar’ı bir belgeyi okuması için senatorlerin toplandığı ünlü foruma çağırdı. Bu tabiki bir kandırmacaydı. Sadece Sezar’ın suikastına ortam hazırlanmak isteniyordu. Sezar’ın suikastını Yunan yazar Eutropius şu şekilde anlatır:

“Sezar sahte dilekçeyi okumaya başladığı sırada dilekçeyi kendisine sunmuş olan Tillius Cimber, Sezar'ın togasını aşağı indirdi. Sezar, Cimber'e "Ama bu vahşet!" diye bağırdığı sırada, Casca hançerini çekti ve diktatörün boğazını bir yandan diğer yana kesti. Sezar hemen arkasına döndü ve Casca'nın kolunu yakalayarak "Casca, seni hain, ne yapıyorsun?" dedi. Korkudan donakalmış olan Casca, Yunanca "Kardeşlerim, yardım edin" diye bağırdı. Tam bu sırada aralarında Brutus'un da bulunduğu grubun geri kalanı da Sezar'ı bıçaklamaya koyuldular. Sezar kaçmaya çalıştı ancak gözleri kandan göremez olduğundan ayağı takıldı ve yere düştü; senatorler, Sezar portikonun alt merdivenlerinde savunmasız bir şekilde kalana kadar hançerlerini saplamaya devam ettiler.”

 Sezar suikasta katılan altmış senator tarafından 23 kere hançerlenmişti. Bu yaralardan sadece boynundaki kesik ölümcüldü. Altmış senatorun hepsinin Sezar’ın suikastında bir rol oynama isteği, bazılarının bir birini yaralamasına sebep olmuştu.
Sezar öldükten hemen sonra, kurtarıcılar bu suikastı onurlu ve gerekli bir şey olarak göstermeye çalıştılar. Fakat olaya karışmayanlar kendi hayatlarını kaybetme korkusundan büyük bir aceleyle kaçtılar. Halkın öfkesine maruz kalmaktan korkan kurtarıcılar da güvende olacakları evlerine kaçtılar. Bunu henüz bilmiyorlardı ama kurtarıcıların planlarını bozan halk değil, Sezar’ın destekçileri olacaktı. Marcus Antonius, Sezar’ın Roma’daki en güvenilir adamı, saklanmaktaydı. Sezar’ın başka bir adamı olan Lepidus ise lejyonları manipule ederek sokakları kontrolü altına almıştı.


 Bu kaos ortamına son vermek amacıyla senato 16 Mart’ta toplandı. Lepidus suikastçilerin hepsine ağır cezalar verilmesini talep etti. Cumhuriyet’in fanatik bir savunucusu ve ünlü bir yazar olan Cicero ise bir anlaşmaya varılması gerektiğini söyledi. Eğer bir anlaşmaya varılmazsa Cumhuriyet parçalanır ve tarihe karışırdı. Bu koşullar altında bir anlaşmaya varıldı. Sezar’ın yürürlüğe koyduğu tüm yasalar uygulanmaya devam edilecekti. Ayrıca askerlerine verdiği zenginlik sözleri de yerine getirilecekti. Bu askerleri yatıştırdı ve Lepidus’un gücünü elinden aldı. Kurtarıcıların liderleri olan: Brütüs’e Krete valiliği, Cassius’a Afrika valiliği ve Decimus Brütüs’e Galya valiliği verilmişti. Bu onları hem Roma halkının gazabından koruyacak, hem de yönetebilecekleri lejyonlar verecekti. Ayrıca başka bir kurtarıcı, Antonius ile birlikte konsul olarak atanmıştı. Antonius ise Sezar’ın mirasından alacağı parçayı kaybetmişti.

 Kurtarıcılar planlarının başarılı olduğunu düşünmekteydiler. Antonius ve Lepidus neredeyse tüm güçlerini kaybetmişlerdi. Onlar ise Senato’daki yerlerini sağlama almışlardı. Fakat, büyük bir hata yaptılar, Antonius’a Sezar’ın cenazesindeki ana konuşmayı yapma hakkını verdiler. Antonius bu konuşma ile halkı kendi tarafına çekmeyi planlıyordu. Kurtarıcıların asıl planı Sezar’ın cenazesinin halktan uzakta yapılmasıydı. Brütüs ise halkın cenazeyi görmek isteyeceğini biliyordu, bu yüzden kurtarıcıları ikna etmişti.

 Antonius konuşmaya beklendiği gibi başladı; Sezar’ı övdü ve yaptığı işlerin büyüklüğünden bahsetti. Sezar’ın vasiyetini okutturdu, böylece tüm halk kendilerine bırakılan paranın varlığından haberdar oldu. Sezar’ın bahçelerinin halkın gezebileceği parklara dönüştürüleceğin de bahsedildi. Halkın Sezar’a duyduğu minnettarlığı görünce, suikastçileri suçlamaya başladı. Sezar’ın ölümünün sebebinin suikastçiler olduğunu, bu adilerin tüm halka ihanet ettiğini söyledi. Bunların üstüne iyice sinirlenen halk, Sezar’ın kan ve bıçak izleriyle dolu togasını da görünce dayanamadı. Etraftan meşaleler aldılar ve suikastçilerin evlerini yakmak için yola koyuldular. Suikastçiler çok geçmeden şehirden kaçmak zorunda kaldı. Antonius, şimdi halkın kahramanı konumunda, Roma’daki en güçlü adam olmuştu.

Herkes sakinleşince Sezar’ın kemikleri aile mezarlığına taşındı ve bir türbe içine gömüldü. Antonius ise en güvenilir adamı Lepidus ile birlikte Roma’daki gücünü daha da artırmak için çalışmaya koyuldu. Octavian daha kimse tarafından bilinmeyen bir genç iken Roma’nın durumu buydu. En sonunda Octavian’ın hikayesini başlıyor.

Bir sonraki yazıda Octavian'ın nasıl pek bilinmeyen bir asilden Roma'nın en güçlü adamlaından biri haline geldiğini anlatacağım.


 Sezar'ın Ölümü

Kaynakça: http://www.unrv.com/empire/roman-history.php
http://www.forumromanum.org/history/index.html
Susan Wise Bauer'in "Antik Dünya" kitabı

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Viking Mitolojisinde Dünyalar

 "Bu yıl Northumbria'da kötü alametler belirdi ve halkı korkuttu. Bu alametler büyük kasırgalar ve sürekli görülen yıldırımlar, ve havada uçarken görülen parlayan ejderhalardı. Bu alametlerin ardından büyük bir kıtlık başladı, ve çok geçmeden gene o yıl, 8 Haziran'da, dinsiz adamların yağmalaması ve katliamları malesef Tanrı'nın Lindisfarne'deki kilisesini yerle bir etti."

 793 yılında Anglo-Saxon Günceleri'nde bahsedilen bu dinsiz adamlar vikinglerdi ve bugün onların inançlarından bahsedeceğim. Çoğu mitolojide olduğu gibi bu da yaratılış ile başlıyor.

 Kuzeyde yer alan Nilfheim'dan gelen buz ve güneyde yer alan Muspelheim'dan gelen ateşin, hiçlikten oluşan Ginnungagap'ta bir araya gelmesi Ymir adında bir buz devi ve Audumla adında bir ineğe hayat verir. Hayta gelen ilk iki varlık, garip bir şekilde, bir buz devi ve inektir. İnek Nilfheim'ın buzlarını yalarken bir adamın kafasını görür ve buzu yalamaya devam ederek adamı oradan çıkarır. Bu adamın üç torunu tanrılar Odin, Ve ile Vili'dir. Bu üç kardeş buz devi Ymir'i öldürürler ve vücudundan dokuz dünyaları yaratırlar: Asgard, Vanaheim ve Alfheim; Midgard, Jotunheim, Nidavellir ve Svartalfheim; son olarak Hel ve Nilfheim.

 Bu dünyalardan bahsetmeden önce Kuzeylilerin evren anlayışlarını anlatmak gerekir. Kuzeyliler evreni üç parçadan oluşan bir yapı olarak görüyorlardı: bir üst kat, bir orta kat ve bir alt kat. Ayrıca tüm bu katların arasında belirli bir mesafe bulunur. En üst katta Asgard vardır; Aesir veya savaşçı tanrılarının diyarı. Gene bu katta Tanrılar ve Tanrıçalar'ın sarayları vardır. Bu saraylar büyük ve görkemli bir sur tarafından korunur. Asgard'da aynı zamanda her gün dövüşen ve her akşam ziyafet çeken ölü savaşçılar, yani Einherjar'ın sarayı vardır. Ölü savaşçıların sarayının adı Valhalla'dır. Valhalla'da hepsi vakitlerini geçirirler ve zamanın sonunda Tanrılar ve kahramanlar-- Devler ve canavarlar arasında verilecek son savaşı, Ragnarok'u beklerler. Bu en yüksek katta ayrıca Vanaheim vardır, Vanir veya bereket tanrılarının diyarı; ve Alfheim, parlak elflerin diyarı, ayrıca buradadır.

 İkinci katta Midgard yer alır, insanların içinde yaşadığı orta dünya. Midgard öyle derin ve büyük bir okyanus ile çevrelidir ki çoğu kimseye öbür tarafa ulaşmak imkansız gibi gelir. Buna rağmen okyanusu aşmak isteyenleri ise başka bir şey bu sefer durdurur: korkunç ve dev yılan Jormungand. Bu okyanus yılanı öyle büyüktür ki Midgard'ı sarmış ve kendi kuyruğunu ısırmıştır. Midgard'ın doğusuna doğru, dağların ardında devlerin diyarı Jotunheim yer alır. Devlerin kalesine Utgard denir ve burada kötücül dev kral Loki hüküm sürer.

 Gene bu katta, Midgard'ın yakınlarında cüceler vardır. Cüceler, Nidavellir(Karanlık Ev)'de çukurlar ve mağaralar içinde yaşarlar. Nidavellir'in altlarında bir yerlerde ise Svartalfheim, yani 'Karanlık Elflerin Diyarı' bulunur. Cücelerde, karanlık elflerde açgözlü ve kurnaz yaratıklardır ayrıca yer altında yaşamayı severler.

 Asgard ve Midgard birbirlerine Bifrost adında yanan bir köprüyle bağlanmışlardır. Belki Viking mitolojisindeki en büyük kaynağımız olan Snorri Sturluson'un yazdığına göre "Belki de onu görmüşsünüzdür ama bir gökkuşağı ile karıştırmışsınızdır. Üç rengi vardır ve diğer yapılardan daha büyük yetenek ve kurnazlıkla yapılmıştır." yazar.

 Üçüncü ve en alt katta ölülerin dünyası Nilfheim yatar. Midgard'dan aşağı doğru dokuz günlük bir yolculuk uzaklığındadır. Nilfheim öldürücü soğuk, bitmek bilmeyen bir acı diyarıdır. Hemen yanında Hel bulunur ve burası iğrenc ve güçlü bir yaratık tarafından korunur. Kötü insanlar öldüklerinde Nilfheim yoluyla Hel'e giderler ve orada bir kez daha ölürler. Aynı zamanda buraya Odin ölülerin bilgeliğini elde etmek için ve Hermod, Loki'nin kardeşinin öldürdüğü Balder'ı geri getirmek amacıyla Hel'e gider.

 Bu mitoloji daha pek çok epik hikayelerle dolu ve zaman buldukça bunlarısize anlatmaya çalışacağım.
Kaynakça: Kevin Crossley Holland'ın "The Norse Myths" kitabı
http://norse-mythology.org/